Thursday, October 23, 2008

Günaydın. I'm back.
Yazdan kalma güzel bir hava var bugün. Erkenden kalkıp kendimi dışarı attım. Pastaneden poğaçalarımı aldım sallana sallana, umursuz umursuz yürüdüm :) Mis gibiydi içime çektiğim, bana hayat veren hava. En sevdiğim mevsim sonbahar. Eski günleri hatırlatıyor bana. Çoğu evde soba yanardı ve sokaklar duman kokusu olurdu. Her evin bacasından gri dumanlar yükselirdi. Birde soğuk havayla buluşunca mis gibi kokardı heryer. Ben mi abarttım bilmiyorum ama başka güzeldi o zamanlar. Şimdi her evde doğalgaz. Sobalar alaturka kaldı. Ne eskisi gibi ısınıyoruz ne de evimizde kestane keyfi yapabiliyoruz. Şimdiki moda kestaneleri ortasından çizip fırına koymak... Yersenn... Öyle işte. Canım yalnız gezmek, simit yemek istiyor. Eve dönüşlerimde simit alıp yiyorum ama kalabalıklar içinde insanlara çarpa çarpa yemek çokda keyifli olmuyor. Epey zaman oldu ki Üsküdar'a gitmedim. Eskiden sıkça gider taşların üzerinde simit yer denizi seğrederdim. Malesef marmararay çalışmasından dolayı Üsküdar'ın yolları rezil oldu. Aslında bazen bir dostla da keyifli olur oralar. Fakat gelecek olanlarda ya içleri geçmiş olanlar ya da aşktan gözü kör olanlar. Yalnızım yani :) Aşk demişken. Aşk nedir?

İnsan neye aşık olur? Nedir bu aşık olunan şey? Aşık olan mı, aşık olunan mı aşkı aşk yapar? Biraz düşünüp yazmak isterim bu konuyu. Şimdi atta gidiyorum uzağa, ancak hazırlanırım.

''bende kalan...
bende kalan aslında sana ait değil
sadece ılık, hafif esintili
bir yaz akşamı görüntüsü
açık pencereye arkası dönük sen,
esintiye kapılıp zaman zaman savrulan tüller
ve tüllerin ardında kalarak
çiçek desenli gölgelere bürünen
eşsiz ama umutsuz yüzün
bunun nesi sana ait olabilir?
yalnız ben görmüşsem...''